Dava Adamlığının Zırhı: Nefis Terbiyesi

Bir dava için yola çıkmak, sanıldığı kadar kolay bir mesele değildir. Büyük sözler söylemek, yüksek hedefler belirlemek ya da etkileyici hitabetler sergilemek bir insanı dava adamı yapmaz. Gerçek dava adamlığı, kişinin öncelikle kendi iç dünyasında kazandığı savaşla başlar. O savaşın adı ise nefis terbiyesidir.
Nefis, insanın içindeki en karmaşık ve en sinsi düşmandır. Zafer sarhoşluğunu da, mağlubiyet korkusunu da içinde taşır. Kibirle beslenir, övgüyle büyür. Makam, şöhret, menfaat gibi dünyevi tatların cazibesine karşı bağışıklık kazanamamış bir ruhun, en büyük davaları bile kişisel tatmin aracına çevirmesi kaçınılmazdır. İşte bu yüzden, nefsini terbiye edememiş biri, davasına da sadık kalamaz.
Toplumda sıkça rastladığımız bir hakikat var: Başlangıçta idealleri için yola çıkıp, yolun sonunda nefsiyle uzlaşanlar… Kimi koltuğun sıcaklığında, kimi alkışların büyüsünde, kimi de çıkar ilişkilerinin tuzağında kaybolur. Oysa dava adamı dediğimiz kişi, zor olanı seçendir; nefsine rağmen yürüyebilendir. Çünkü asıl mücadele, dışarıdaki düşmanla değil, içerideki benlikle verilir.
Nefis terbiyesi kolay bir süreç değildir. Sürekli bir özeleştiri, sabır ve disiplin gerektirir. Kendi zaaflarını görmek, onları kabullenmek ve aşmak… Kibirden arınmak, hırsa karşı durmak, eleştiriye tahammül göstermek, gerektiğinde özür dilemek… Bunlar dava adamının olmazsa olmaz zırhlarıdır. Zırhsız çıkan her savaşçı, eninde sonunda yara alır.
Gerçek dava adamları, dünyevi menfaatlerin peşine düşmek yerine, davalarının izinden gitmeyi seçmişlerdir. Tarihe adlarını altın harflerle yazdıranların ortak noktası, kendi nefislerini susturmuş olmalarıdır. Onlar sadece sözleriyle değil, yaşantılarıyla dava insanı olmuşlardır. Çünkü biliyorlardı ki; bir insan ne kadar yüksek ideallerden bahsederse bahsetsin, eğer nefsine hâkim değilse, bir gün mutlaka o ideallerin önüne kendi “ben”liğini koyacaktır.
Bu yüzden diyorum ki; bir davanın taşıyıcısı olmak isteyen herkesin önce aynaya bakması gerekir. O aynada sadece idealler değil, zaaflar da görünür. Ve dava adamı, o zaafları görüp onlarla yüzleşebilen kişidir.
Çünkü nefis terbiyesi olmadan hiçbir dava kalıcı olamaz.
Ve unutulmamalıdır ki: En büyük zafer, insanın kendi nefsine karşı kazandığı zaferdir.